Uzun zamandır yazmıyordum blog’uma. İşsizlik, gelecek kaygısı, projeler, sınavlar, vs. Hepsi üst üste geldi ve aylardır yazmak nasip olmadı. Sınavların ve projelerin tam ortasında kalmış ve bir hayli bunalmışken yazarak soluk almak istedim. Bu kısa bilgilendirmeden sonra; “Here we go!”
Yaşamak zor zanaat; ne 400 mt. engelli koşusu gibi kısa ne de maraton koşusu gibi başı, sonu belli. Her bir fert, ayrı bir roman; hatta bazıları adeta bir ansiklopedi. Romanda yürek titreten anlar; acı, üzüntü, keder, aşk, vefa gibi en tutkulu hislerin harmanlanıp kurgulandığı sayfalar olurken insan hayatının da kat ettiği merhaleler arasında bu duygularla yoğrulan tecrübeler çoğu zaman acı bir hatıra olarak belleklere, çoğu zamanda kalplere kazınır. Her bir acı tecrübe insanı bir üst merhaleye taşır. Sabrınıza sabır, ilminize ilim, aşınıza aş katar ve bir adım daha atarsınız sıradaki basamağa. Adımınız bazen slow motion bazense alabildiğine hızlı olur. Hızlı attığınız adımlardan ziyade hayatın bir slow motion çekime döndüğü anlardır sizi darmadağın yapan. O anlarda acı vardır, pişmanlık vardır, burukluk vardır, çaresizlik vardır, kor olmuş bir parça vardır her şeyden öte.
Yaşamak zor zanaat! Yalnız başına ve köşesine çekilmiş bir haldeyken birden bir çomak sokulur kovanınıza ve dışarı çıkmak için bir nevi zorlanırsınız. Hâlbuki siz yalnızken ve bir başınayken çok mutluydunuz ama biri işinize burnunu soktu ve bir ateş attı korunuza. Sizi derbeder edecek serüveni başlattı. Hayatınıza çomak sokmasındaki niyetini bilemezsiniz ama iyi niyetli olduğunu farz ettiniz ve kovanınızdan çıktınız. Bir süre sonra gerçeği anladınız. Siz yalnız ve bir başınayken çok daha mutluydunuz. Onunlayken belki mutsuz değildiniz ama bir şeylerin eksik olduğu da belliydi. İçsesinize kulak verdiniz ve şu yakarışı duydunuz: “Neden girdin hayatıma? Neden burnunu soktun ki yalnızlığıma? Yalnız ve bir başına kabuğumda mutluyken ben, neden he? Neye sebep olduğunun farkında bile değilsin, değil mi? Beni kabuğumun zarından daha da uzaklaştırdın. Artık daha yalnız, daha ıssız ve daha mutsuz biriyim” İşte o en yoğun duyguların, gönül dairesinde harmanlanmasıyla ortaya çıkan tarifi imkânsız hissin uzun süre derununuzdan gitmediğini görürsünüz.
Yaşamak zor zanaat! Yalnız ve bir başına... Ağlarsınız gecelerde... Sessiz ve sakin... Göz pınarlarınızdan usulca süzülür yaşlar. Ağlarsınız... Yalnız ve bir başına... Hâlbuki siz başınızı omzuna yaslayabileceğiniz bir kahraman tasavvur etmiştiniz karanlıkları Dolunay’ın aydınlattığı gecelerde. Olmadı. Ama sabretmek gerek Yakup gibi ıssızda gezip Yusuf diye inleyerek. Sonra zaman gerek, Yusuf misali kuyulardan saraylara yükselerek. Edep gerek, Osman gibi meleklerden bile hürmet görerek. Her şeyden önce hasret gerek, Mecnun gibi Leyla diye aklı ziyan ederek. İçeriniz yanar, dışarınız serin. Geçecektir elbet bu yangın.
Baharı beklerken çektiğiniz bunca çile karşılıksız kalmayacaktır hiç şüphesiz. Bir gün sizin de baharınız gelecek ve hiç gitmeyecek. Sarmaşık gülleri donatacak bahçenizi. Gülleriniz sessizliğini bozacak. Hayatınızda artık sadece; o kasvetli, soğuk ve kızıl sonbahar olmayacak. Eteklerinizdeki bir yığın yaprak can bulacak Onunla. Semaya ellerinizi açacak ve hamd edeceksiniz defalarca bıkmadan, usanmadan. Güllerinizin sessizliğini en çaresiz anınızda bozması temennisiyle..
-
Güllerin Sessizliği ya da Sana Söz Baharlar Gelecek
15 Mayıs 2010 Cumartesi
Gönderen Yasin Bekaroğlu zaman: Cumartesi, Mayıs 15, 2010 | Bunu E-postayla Gönder BlogThis! X'te paylaş Facebook'ta Paylaş |
Yine enfes bi iş çıkarmışsın. yüreğine sağlık yasin'im. güllerin sezsizliğini umulmadık ve ihtiyaç duyduğun zamanda bozması temennisiyle... :)
gerçekten uzun bir süreç oldu, belki takip ediliyorsundur, belki iyilik denince akla hep sen geliyorsundur, yazıların okunuyordur sürekli ve defalarca. hep yaz olurmu.
isyan edememek bile anca bu kadar yakışır bir insana.
unutma, doğru olduğun noktada hayat yalnızlıklarla doludur.