Hidayeti olan her şeyin bir nihayeti vardı ya hani, işte bu serüvende son buluyordu bir stadyumun spot ışıkları altında. Ağlayana rastlamadım. Yüzlerde anlamlı olup olmadığını kestiremediğim bir tebessüm dalgası seyir halindeydi. Gözlerinden tedirginlik okunanların çokluğu ise yadsınamaz bir gerçekti. Kendini yeni emekli olmuş ve orta yaş krizine girmek üzere olan biri gibi hisseden ben ise tüm bu süreci gözlemlemekle yetindim.
Sakaryaspor’ un şampiyonluk maçı vardı sanki statta o gün. Veliler düşünüyorlardı: Ellerinden tutup ilkokula götürdükleri yavruları üniversite mektebini bitiriyor ve artık tabiri caizse “hayata atılıyordu”. Harcanan emekler zayi olmamıştı ya, şükür! Öğrenciler yani bizler ise gerçekten bipolar hastalarını artık daha iyi anlıyorduk. Zıt duyguların eş zamanlı inkişaf ettiği bir bünyenin verdiği tepkilerin sorgulanması dahi gereksiz. Ne yapacaktık şimdi? Hadi gelecek kaygısını geçmiş olalım bir an için. Peki ya dört yıla sığdıramadığımız, en dar zamanımızda yanı başımızda bitiveren, ellerini uzatıp bizleri çukurlardan çıkartan arkadaşlarımız, dostlarımız.. Onlar ne olacaktı? Zordu ayrılık. Artık Antep’teydi bir yanım, bir yanım Gebze’de, bir yanım İzmit’te, bir yanım Adapazarı’nda, bir yanım Trabzon’da, bir yanım Rize’de. Çok özleyecektik hepsini hem de çok. Kızardık, bağırırdık, küserdik birbirimize ama bilirdik ki onların yerlerini kimse dolduramaz. Zaten o, “O” olduğu için yoldaşımızdı ya. Bipolar olmuştuk hepimiz dedim ya. Ağlamak isteyip de gülmek nasıl bir tezattı o anda anlatamam.
Diploma almak ise bu olayın şakasının kalmadığının resmiydi. Son mühürde vurdurulunca, o, son A4’e sordu bir arkadaş; “ Bu kadar mı, bitti mi?” O an hepimizin yaşadığı şaşkınlığın cümleye dökülmüş haliydi bu soru. Evet, işte her şey buraya kadardı. Hep istediğim “nihayete erme” en azından bir konuda gerçekleşiyordu ama buruk duygulardı hepsi. O “nefret” ettiğimiz Sakarya’dan ayrılıyor olmak, “kör itin öldüğü yer” dedikleri Camili’deki evimizden arkamıza bakarak gidiyor olmak ve daha birçok şey zor geliyor insana. Dört sene bir şehre bağlanmak için yeterince uzun bir süre. Her sokağında, her kaldırımında bıraktığımız izleri ve yaşananları düşününce insan, bazen “keşke”, bazen “iyi ki” diyor. Dört sene önce kayıta giderken hemzemin geçit silkeleyip kendime getirmişti beni. O an “ben buraya nereden geldim” oluyor insan ama ayrılık vakti dayanınca kapıya ve gişelerden son kez çıkış yaptığınızı fark edince hüzünlenmemek elde değil. Karda kışta ödev verebilmek için binbir zahmetle okula çıkışımızı, gecenin bir yarısı köpekler tarafından kovalanmanızı, spontane gelişen çiğ köfte partilerini, sınav dönemlerinin vazgeçilmez yardımcısı olan filtre kahveyi ve türk kahvesini, sınav sonrası kulis yapmayı, “Dia kapanmadan” yapılan Çark Caddesi turlarını, Adalar’dan mütemadiyen alınan 100 gr. nohutu, soğuk kış gecelerinde battaniyeye sarılıp finallere çalışmayı nasıl unutabiliriz ki? Sonra, her fotoğraf demetinde en az bir tane “garip” poz vermeyi beceren Zekirdek hayranını, evde yankılanan sesime, bir başka sesin yankısının eşlik etmesini sağlayan ev arkadaşımı, sınav haftalarında oflamayı ve poflamayı öğreten henüz 18’ine basmış güzel insanı, “çiğ köfte nasıl yoğrulur, verimli bir şekilde kitap nasıl okunur, helal dairesi çerçevesinde âlem nasıl yapılır, kafanın içindeki 40 tilki kuyrukları birbirine değmeden nasıl dolanır” minvalinden pek çok sorunun cevabını uygulamalı olarak öğreten Kpss canavarı olacak kıymetli Antepliyi, zamanında pek üzülmüş ama şimdi pek mutlu olan, kendine asla “streç” yapmayan, sürekli tebessüm eden Niğde patates güzelini, İyilik denince en safiyane kişi olarak akla gelen ama cümleye başlayınca nokta koymayı unutan arkadaşımızı, Lays baharatlı, arşivlik dizi ve filmler, en kısa çalışmayla en yüksek notu alma gibi nevi şahsına münhasır muhabbetine doyum olmayan eski İstanbullu, yeni İzmitliyi unutmak, unutabilmek ne mümkün!
Bu yazının nihayete ermesi meğerse bir kandil gününde mümkünmüş. Miraç Kandili münasebetiyle bir kandil mesajıyla yazının nihayete ermesini uygun gördüm.
Allah’ım sevgilerin sebebi senin muhabbetindir.
Sevdiğim yüzlerde sevdiğim senin cemalindir.
Sevmeler senin sevdirmenle sahicidir.
En sevdiğim hatırına sevdiklerimi de, beni de sevdiklerinden eyle. Hayırlı kandiller.
Dipnot: Klasikleşmesini umut ettiğimiz “Haliç Kahvaltıları” unutmayanları ve unutulmayanları buluşturmaya devam edecek.