Rss Feed
  1. Sorular ve Cevap Anahtarı

    17 Temmuz 2008 Perşembe

    Yığınla sorum var sana bir türlü dillendiremediğim. Rüyalarım sorularla başlayıp senin suskunluklarınla son buluyor. Hele ki son zamanlarda yoksun ya buralarda, içinden çıkılmaz bir hal alıyor rüyalarım.

    Neden yoksun? Yoksa küs müyüz? Etrafında pervane olmak isterken ben delilercesine neden pelerinini giymeyi tercih ediyorsun? Sorularım sıra sıra dizilmişken neden cevap vermemeyi yeğliyorsun? Kaf Dağı’nın ardından gelen hayallerimi ebediyete erdirecek ışığı neden gizliyorsun? Benden sakınmanın bir nedeni var mı gerçekten? Tüm bu davranışların sebebi beyaz bir atımın yerine bembeyaz hayallerimin olması mı? Bunlar sadece bir solukta sıralayabildiklerim. Bunlar gibi nicesi içimde yankılanıyor birer divane gibi. Kaçmak, saklanmak her zaman kolay olandır değil mi? Evet, öyledir. Yüzleşmek ise sakıncalıdır çünkü kimi sorular seni köşeye sıkıştırır. Bunalırsın, sıkılırsın ama bir türlü cevap veremezsin. Sözlüye çalışmamış öğrenci gibi korkarsın sınıfta kalmaktan. Peki, şimdi sen kaçıyorsun ya, nereye bu gidişin? Sığınacak bir liman arıyorsan eğer, unutmuşsun “Bekleyen”* olduğumu. Unutma sakın,bir gün elbet..elbet kavuşacağız.



    Sorularım sadece sana mı? Hayır. Kendime de sorularım var. Neden sürekli durumdan vazife çıkarıyorum? Neden sen? Bu yolun sonu nereye çıkar ki acaba? Gerçekten “Sadece arkadaş” mıyız? “Alice” gibi Harikalar Diyarı’na el ele yolculuk edemez miyiz? Mesela, bir yastıkta kocayamayacak kadar uzak mıyız birbirimize? İşte bu sorular kafamın içinde Sezen Aksu’nun hit şarkılarını tekrar tekrar dinlercesine tekrarlanıyor. Merak ediyorum “Beklenen”** olmak nasıl bir duygu?



    Aslında sana da haksızlık etmek istemiyorum. Tüm bu olanlardan bihaberken sorularıma cevap vermen ne mümkün? Sanırım senden biraz da olsa imkânsızı istiyorum. Olup bitenden senin de haberdar olmana hakkın var.



    Aslında sayfalarca yazabilirim, ama bir yerden sonra yazının gidişatını okuyucuya bırakmak gerek. Eserlerin asıl sahiplerinin onlar olduğunu düşünürsek, bu yazının yüzlerce farklı sonu olabilir. Şimdi yorumlarınızla bu yazının sonunu sizlerin getirmesini istiyorum. İnteraktif olmak bu olmalı! Görüşmek üzere.





    * http://siir.gen.tr/siir/n/necip_fazil_kisakurek/bekleyen.htm



    **http://siir.gen.tr/siir/n/necip_fazil_kisakurek/beklenen.htm


  2. Olmaz mı?

    11 Temmuz 2008 Cuma



    Geçmişe şöyle bir dönüp bakıyorum da onlarca yazımın hepsini birilerine ithafen yazmışım. Kendime bencillik etmişim. Şimdiye dek kendime atfen yazdığım tek bir satır bile yok. Bugün sana yazıyorum edebiyat aşığı insan, bugün sana yazıyorum konuşmak yerine yazmayı yeğleyen insan, gün senin günündür. İpler senin elinde. Nereye verirsen o deli rüzgârını o kıyıya yanaşacak bugün ucu bitmeyen kalemin. Haydi, vira bismillah!



    Kırmızı, yeşil, pembe, mor hepsi, hepsi sizin olsun ama siyaha dokunmayın o benim! Siyah bir matem rengi olarak kabul görmüştür yıllar yılı ama onun o uçsuz bucaksız derinliğine başka anlamlar da yüklemek mümkündür. Örneğin; siyah tutkudur. En arzulu tutkularınızı siyahın içine hapsetmişinizdir. Mesela aşktır siyah. İçerinizde derin izler bırakan aşkınıza perde olmuş ve gün yüzüne çıkmasına engel olmuştur siyah. Ayrıca ölümdür siyah. Nefes alıp verişlerinizi gizlersiniz çoğu zaman ona. Soyutlanmak istersiniz yeryüzünden, zaman akmaz olur, hisler duyarsızlaşır, işte o anda siyah sizi sarıp sarmalar ve derinliklerinde kaybeder.

    Dünyaya barış hâkim olsa, oligarşinin demirden olan yasası erise, sevenler ayrılmasa, kavuşamayanlar kavuşsa, çocuk katilleri asılsa, verilen sözler tutulsa, insanlar hep gülse hiç ağlamasa olmaz mı, olmaz mı? İnanmıyorsak eğer olmaz, olamaz. Şimdi olmasa da bir gün tüm dünyaya barışın hâkim olacağına, oligarşinin demirden yasasının bir gün geçerliliğini kaybedeceğine inanıyorsak eğer, sevenlerin elbet kavuşabileceğine imkân tanıyorsak mesela, çocuk katillerinin bir gün ama bir gün mutlaka asılacağından eminsek, Mecnun’un Leyla’sına kavuşacağını adımız gibi biliyorsak, verilen sözlerin yerine getirileceğini biliyorsak yine bir gün ve insanların mutlu olacaklarına inanıyorsak tüm kalbimizle eğer, işte o zaman ancak o zaman olur, olacaktır da!



    Lise yıllarımdan beri yazmakta olan ben nasıl olmuştu da yazmaya başlamıştım acaba? Yazmak insanın kendisini ifade etmesinin yollarından sadece biridir. İşte ben de söylenmeyecek zaman da söyleyemediklerimi, öfkelerimi, nefretlerimi, sevgilerimi, hüzünlerimi ve daha birçok şeyi yazarak anlatmışımdır. Bu yol bana en kolayı, en güzeli gelmiştir her zaman. Aslında hala yazıyor olmamdaki en büyük etken lisedeki Edebiyat öğretmenim Zehra Hanım’dır. Beni yazmaya teşvik ederek, yazılarımı kritiğini yaparak yazı yazmayı en büyük hobim haline getiren hocama müteşekkirim.







    Not: Bu yazıda göz kararınca serzeniş, bir tutam özeleştiri, iki su bardağı temenni, bir çay kaşığı miktarında da “Ben” bulunmaktadır.


  3. Apple 10 Haziran'da duyurduğu iPhone 3G'yi bugün meraklılarıyla buluşturdu. Yeni iPhone'a saat farkı nedeniyle Yeni Zelanda, Avustralya ve Japonya'daki "tüketim çılgınları" kavuştu.

    Yaşam formu olarak mağaza önünde sıra beklemeyi seçen kitle yine komik görüntüler oluşturdu. "Teknoloji Tutkunu" olmak sanırım tam anlamıyla bu!

    iPhone 3G'nin bu kadar bekleyeninin olmasının temel sebeplerinden birisi fiyatının görünürde(!) sadece 199$ olması. Aslında bu bir aldatmaca. Çünkü imzaladığınız operatör sözleşmesi iki yılın sonunda sizden 2000$' a yakın bir meblağ tahsil etmiş oluyor. İşte biz bu göz boyamasına pazarlama aldatmacası diyoruz.
    Peki iPhone 3G'yi eski iPhone'dan farklı kılan nedir? Veri paylaşımı ve internet erişimi daha hızlı olan iPhone 3G,eskisine nazaran da daha ince bir tasarıma sahip.

    iPhone'u Türkiye'de destekleyen tek operatörün Vodafone olması ise rekabet açısından oldukça sakıncalı. Turkcell ve Avea'yı göreve çağırıyorum!

  4. Birliktelik ve Yalnızlık

    5 Temmuz 2008 Cumartesi


    Bir başınayken… Dertliyken… Mutsuzken… Kederliyken… Ağlıyorken… Yani yalnızken ne anlamı vardır ki hayatın! Geceye kanat açmanın, yarasaların çığlıklarına içinde kopan fırtınalarla eşlik etmenin, Halil İbrahim sofrasında tek kaşık sallayan olmanın ne önemi vardır ki! İnsan her daim bir arayış içerisindedir. Hayatını anlamlandıracak, aynanın karşısına dikildiğinde gözbebeklerinde görebileceği birini bulmanın tatlı telaşı içerisindedir.

    Eşyanın tabiatına aykırıdır yalnızlık. Allah(c.c.) her mahlûkatı çift yaratmış. İlk insan Hz. Âdem efendimizin yanına da Hz. Havva annemizi koymuş. Hikâyeleri herkesin malumu… Yıllar boyu Allah(c.c.)’ın kendilerini affetmelerini beklemişler. Kavuşmak için, bir olmak için, peki ama insanın bu ezelden gelen arayışının sebebi nedir? Bazısı yoldaş arar kendine seyyah olmak için, bazısı dost arar kendine sırdaş olmak için, bazısı da can¹ arar kendine canan² olmak için.

    Divaneler gibi arıyorken –her ne sebepten olursa olsun- bulduğunu zanneder âdemoğlu. Hâlbuki yanılıyordur, o bir seraptır. Unutmuştur çölde seyahat ettiğini akıllanmamışçasına. Tam karşısındayken, gözlerini dikmiş gözlerine bakarken, olan oluverir. Süre dolar, zil çalar. Uçsuz bucaksız çayırlar ve insanın yüzünü okşayan meltem ve tabii ki onun yüzü yerini bir anda çöldeki kum fırtınasına bırakır. Yine başını ellerinin arasına almıştır divane. Hayatımızdan bir kesittir bu ibretlik hem de! Ama gelin görün ki, hiç kimse önündeki onlarca hikâyeye aldırış etmeksizin bu hatayı tatbik etmekten kendini alamaz.

    Serde yalnızlık varsa, çok da zorlamamak gerek kapıları. Düşünmek en iyisidir her zaman. Sıralamıştık ya yukarıda yalnızken ne tat alınır türlü işlerden diye. Bir de birlikteyken alınan tatlardan bahsetmek gerekir. Vapurun kenarında otururken rüzgâra karşı bin bir takla ile şekilden şekle giren martılara simit atmanın, nargilenin dumanının en harlı çıktığı dilimleri paylaşmanın, başını omzuna koyup göz çukurlarını taşıncaya kadar ıslatmanın, tüm dünyaya sırt çevirip umursamaz bir tavır takınmanın ve onla olan her zaman diliminin keyfi kıyas kabul etmez, yeryüzündeki hiçbir şeyle. İşte birlikte olmanın yalnız olmaktan farkı budur.

    Gülümsüyorsak hayata en acımasız kararlarına rağmen her gün, simit satan amcaya aynı tebessümle “Merhaba” diyebiliyorsak her sabah, karşı komşumuza kandil simidi ikram edebiliyorsak eskisi gibi, sınavlarda aynı heyecanla kopya çekebiliyorsak, farklılıkları zenginlik kabul edebiliyorsak eğer ve doğruyu savunabiliyorsak etrafımızdaki tüm yanlışlara rağmen işte o zaman “bir” olmuşuzdur. Birlik ve beraberliğimizi hiç kaybetmememiz temennisi ile…


    Arapçada "cnn" kökünden gelen kelimeler bir şekilde saklamak manasını içerir. Buna göre;
    ¹can - tende saklı olan
    ²canan - canda saklanan